Sanatçı Röportajları: Cömert Doğru
Artopol Galeri: Neden Artopol?
Cömert Doğru: Kişisel aslında. Pınar hanımı daha önceden tanıyordum. Çok temizlerdir. Tek nedenim bu. İşle ilgili ilk defa I Have A Dream sergisi için bir araya geldik. Küratörümüz Hakan Kürklü beni aradı, sergiden bahsetti. "Sen oradaysan ben de gelirim” dedim ve öyle çalışmaya başladık. Güvene dayalı yani.
AG: Bir sanatçı olarak, galeri ve koleksiyonerle ilişkilerde nelere önem verirsin?
CD: Bence ideal olan sanatçı resmini yapmalı, sanatçının karar vermesi gereken yerlerde galeri haber vermeli, ihtiyaç halinde koleksiyonerle tanıştırmalı. İşin reklam ve ilişkiler kısmını galeri yapması, sanatçı da sadece üretmeye odaklanmalı. Ben resim yaparken sanat yapmış oluyorum ama resim atölyeden çıktığı anda bu bir iş. İş olarak bakmak gerekir. Bu ilişkideki herkesin anlaşmaya uyması gerekir.
AG: Sanatta ulaşılabilirliği nasıl değerlendiriyorsun?
CD: Eğer konu eserlere ulaşmaksa iki seçenek var; ya devamlı üreten, hızlı çalışan sanatçılardan sürekli eser alınabilir, onlar takip edilebilir ya da sanatçının çalışma sürecini takip edip, bekleyip sonunda ortaya çıkan işe ulaşılabilir. Bazı şeylerde beklemek gerektiğini düşünüyorum. O kadar hızlı akmasından memnun değilim.
AG: Online ortamla sanat arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsun?
CD: Çok saçma buluyorum. Yani ben sanal ortamda eser satın almam. Orada bakar, beğenirim belki ama mutlaka gider görürüm eseri. Birçok çeşit görme imkanı veriyor online ortam, bu açıdan güzel ama almaya karar verdiğim şeyi gidip görmek isterdim. Yine de bir ön buluşma yaratması için iyi bir fırsat.
AG: Teknolojiyle aran nasıl? Teknoloji sanatına yansır mı?
CD: Boya teknoloji olarak belki yansıyabilir ama onun dışında teknolojiyle pek işim olmuyor çalışmalarımı yaparken. Grafik mezunu olduğum için bilgisayar programlarını bilirim ama kullanmıyorum.
AG: Grafikten resme geçişin nasıl oldu?
CD: Grafik okurken, 2. sınıftayken illüstrasyon yapmaya başladım. Çok hoşuma gitti ve bir ara oradan devam ettim. Hiç grafik yapmadım. Resme de 8 yıl önce başladım ve rastlantısal bir başlangıçtı ve devamı geldi.
AG: Kitap kapakları da yaptın değil mi?
CD: Evet, Stephen King’in Hayvan Mezarlığı bunlardan biriydi. Çok da keyif alıyordum. Hep kitapla iç içesin, o çok güzel bir şey. Zor bir iştir aynı zamanda. Hem kitabı yansıtmalı hem de yayınevini memnun etmek gerekiyor.
AG: Sanatını anlatır mısın?
CD: Hiper gerçekçi olarak tanımlanıyor ama aslında sanatım için tam olarak öyle diyemem. Ben de fotoğraflardan bakarak yapıyorum ama ben bir şeyleri değiştiriyorum çünkü değiştirmeyi seviyorum. Kafamda öyle canlanıyor. İstediğim detayları yapıp istemediğimi yapmıyorum. Gördüğüm şeyin daha güzelini yapmaya çalışıyorum ben aslında. Kendime ait bir gerçek yaratmak… örneğin ten dokusunu, gözenekleri yapmıyorum. Bence hiper gerçekçilik o. Bakıldığında benim eserlerim de gerçekçi görünüyor ama aslında, istediğim yerlerde detay giriyorum. Benimkilerde fırça tadı var. Bu da daha samimi yapıyor eserlerimi ki samimi olsunlar isterim. Ben de öyleyimdir, yani bana benim gibi olsunlar isterim.
AG: Sen kendi tarzını nasıl tanımlıyorsun?
CD: İlla bir şey söylemem gerekirse gerçekçi derim sadece. Şöyle anlatabilirim; aynı kişinin resmi bir ben bir de gerçekten hiper-gerçekçi çalışan biri yapsa arada fark olacak. Ben kendimden çok şey katıyorum. Hiper gerçekçilikte bunun yapılmaması gerekir. Birebir yapmak gerekir. Ben olana, bir şeyler ekleyip çıkarıyorum. Bunu da hesaplı yapmıyorum. Şimdi bunları ekliyorum ve bunları çıkarıyorum, demiyorum.
AG: Eserlerinden konuşalım biraz, örneğin bu balıkların sırrı nedir?
CD: Benim eserlerim gerçekçi duruyor ama sembolik ve balıklar tamamen işin duygu tarafını yansıtmak için oradalar. Daha öncesinde tavşanlar vardı. İleride başka şeyler de yapacağım. İzleyici ile kadın arasındaki bağ kuruyor balık.
AG: Neden balık?
CD: Duyguyu aktarmak için çok uygun. Çok saf geliyor bana. Ayrıca, etrafta uçuşan balıklar fikri çok hoşuma gidiyor. Ben oynuyorum tabi balıkların üzerinde, böylece ifadeleri daha güçlü oluyor. Asabi olan var, üzgün olan var… Yani bir duyguyu sembolize ediyorlar. Ama sembolizm kadın figürlerinde de var. O anı ve duyguyu anlatmak istiyorum.
AG: Kadınların ifadeleri yeterli değil mi?
CD: Balıklar bu ifadeyi daha güçlü kılıyorlar. Figürde bir ifade var evet, ama balıklar kafamdan tam olarak geçirdiğim şeyi anlatmak için oradalar. İşin sembolik tarafı da o zaten. Aslında çok romantik resimler yapıyorum ben. Yumuşak geçişler vardır.
AG: Peki kadınlar, kim onlar?
CD: Bazı eserlerimde ünlü kadınlar var, ama diğerleri modellerden çalışıyorum. Figür seçimlerimi de revaçta olan tipleri düşünerek seçmiyorum. Kafamda bir şeyler var, belirli bir kompozisyon var ona uyduruyorum. Bu, balıklar için de geçerli. Kadınları da balıklarına ona göre belirliyorum. Modelleri de bire bir yapmıyorum, çok değiştiriyorum. Kendileri bile tanımıyorlar. Anlatmak istediğime göre şekillendiriyorum. Elini, kolunu, bacağını, ten rengini bile vermek istediğim duyguya göre şekillendiriyorum. Balıkları da olduğu gibi yapmıyorum. Bu işi zorlaştıran da bir şey. Çok abartırsam gerçekçi durmaz.
AG: En çok hangi duyguyu işliyorsun?
CD: Aslında hepsini. Ama güçlü kadın yansıtmayı seviyorum. Çünkü, öyle olmadığı zaman yalnızca dış görünüşünden ibaretmiş gibi oluyor kadın. Zaten aksini kendi işime de yakıştıramam. Ben istiyorum ki kadınlar da erkekler de beğensin. Hatta dikkat ediyorum ki, nü olanları kadınlar daha çok beğeniyor. Çünkü pornografik değiller. Çıplak olsun diye çıplak değiller.
AG: Erkek figürler çalışıyor musun?
CD: Pek değil. Kadın olsaydım da kadın figürler çalışırdım ama, erkek olmamla alakalı değil bu. Kadınlar çok estetik çünkü. Kadın nasıl durursa dursun çok estetik. Balıkla veya herhangi başka bir objeyle çok uygun oluyor.
AG: Estetik kaygın var o zaman.
CD: Estetik kaygım %1500 var. Daha çok kendime ait bir estetik. Kendi zevkimi ve kendi görüşümü yansıtan bir şey. İnce bir çizgi var, nü ile pornografik imgeler arasında. İşte ben o ince çizgideyim. Anlatmak istediklerimle birleşiyor yaratmak istediğim imge ve orada kendi estetik anlayışımı oluşturuyorum. Ama yaptığım kadını metalaştırmak değil. Kadının orası öyle olsun, burası böyle olsun değil. Örneğin agresif bir tip çizmem gerekiyorsa zayıf bir tip çizerim ki daha iyi yansıtsın. Böyle bir birleşim yani.
AG: Çalışma sürecin nasıl başlıyor?
CD: Hep kafamda başlıyor. Kafamda hep bir şeyler oluşur ve ben de hep not alırım. Bir zarfım vardır ve onun içine atarım. Üzerinde ampul resmi olan bir zarfım var. Bu sayede unutmuyorum. Bir süre hiç bakmadığım, sadece içine bir şeyler attığım oluyor. Sonra bakıyorum. Eskiz çizip attığım da oluyor.
Bazen eskiz yapıyorum ama yapmadığım da oluyor. Kafamda oluyor bir şeyler ve ben onu hemen çizmek istiyorum. Önce çizmeye başlıyorum tuvale sonra boyuyorum. Bir şeyleri değiştirmem gerekiyorsa tuval üzerinde yapıyorum bunu.
AG: İlhamını nereden alıyorsun?
CD: Onu gerçekten bilmiyorum. Bunu böyle yapıyorum diye anlatıyorum ya, yaparken bunların hiçbirini düşünmüyorum aslında. Sen sordukça "Herhalde şundan dolayı yapıyorumdur.” diye düşünüyorum. İçimden geliyor ve yapıyorum. Aramızda kalsın ama gerçek bu. Tamamen içimden geleni yapıyorum. Resim yaparken de kimseye göstermem zaten. Fikir almayı da pek sevmiyorum. Fikir aldıkça çok karışıyor çünkü.
AG: Gerçekçi imgeler yaratıyorsun. Hayatın içinden beslenir misin? Gözlem yapar mısın örneğin?
CD: Belki farkına varmadan yapıyorumdur ama bilinçli bir şey yapmıyorum. Çalışmadığım anlarda hiç evde durmam, hep dışardayımdır. Çok çalıştığım için hiç evde durmak istemem çünkü. Çok hareketli biriyimdir, yerimde durmam. Resim yaparken öyle değil ama. Uzun uzun çalışırım, ama bittiğinde duramam artık evde. Çıktığımdaysa farkına varmadan gözlem yapıyor olabilirim. İnsanlarla konuşmalarımdan ya da izlediğim filmlerden bir şeyler kalıyordur belki bana.
AG: İzleyicilerin eserlerine tepkileri nasıl oluyor? Çok gerçekçi ve detaylı olduklarından yorumlamakta zorluk yaşıyorlar mı? Farklı yorumlar geldiğinde ne hissediyorsun?
CD: Genellikle hata arıyorlar. Baskı olduğunu düşünüyorlar. Değişik yorumlar için de, başlarda şaşırıyordum ve takılıyordum. Sonra öyle düşünmemem gerektiğini öğrendim. Çünkü sen ne yaparsan yap, insanlar ne görmek istiyorsa ona bakıyor aslında. O yüzden saçma yorumlar da geliyor ya da açıklama yapmak istemeyeceğim yorumlar da gelse, iyi ya da kötü, etkilenmiyorum.
AG: Eski çalışmalarınla şimdikiler arasında nasıl farklar var?
CD: Resim anlayışım biraz daha değişiyor. Zamanla duyguyu aktarmayı, renkleri daha da öğreniyorsun örneğin. Hala da gelişiyor. Bir resmi yapıp bitirdikten sonra, yeni bir resme başladığımda öncekinden farklı olsun istiyorum, yeni bir şeylerle ilerlemek istiyorum. Hala kendimi geliştirme derdindeyim. Sonsuz bir döngü bu.
AG: Bu döngü nereye varır? Neye evrilir eserlerin?
CD: O konuda kendimi çok rahat bırakmış biriyim aslında. Kafamda ne, nasıl beliriyorsa onu anlatıyorum. Daha farklı bir şeye dönüşür mü, bilmiyorum.
AG: Çalışırken tıkandığın oluyor mu? Bu durumlarda neler yaparsın?
CD: Hiç öyle bir şey yaşamadım. Hep aklımda bir şeyler var. Hatta o kadar çok var ki o yüzden yazıyorum ve o zarfın içine koyuyorum. Benim en büyük sıkıntım, kafamdakileri yapacak vakit bulamamak. Çok şey var. Zihnim hiç boş durmuyor.
AG: Sanatı nasıl tanımlarsın?
CD: Aklından geçenleri aktarma şekli derim. Bu yazı da olabilir, heykel de olabilir, sinema da olabilir. Bakış açısını aktarma şeklidir. Ben yalnızca bakış açımı aktarıyorum aslında. Etrafa nasıl baktığımı aktarıyorum.
AG: Bu güzel sohbet için teşekkür ederim.
CD: Rica ederim, ben teşekkür ederim.
Röportaj: Zeynep Dikmen