Sanatçı Röportajları: Umut Sungur
Artopol Galeri: Neden Artopol?
UMUT SUNGUR: Artopol’ün koleksiyonun zenginliği ve çeşitliliği benim için önemli bir unsur, ayrıca figüratif eserlere yer verilmesi benim çalışmalarım da figür ağırlıklı olduğu için anlamlı ve etkili oldu. Sanat piyasasında katı bir yaklaşımın olmadığı, esnek, farklılıklara ve yeniliklere açık, iletişimi kolay ve birlikte projeler yapabileceğimiz bir ekip görünce de Artopol’le çalışabileceğimi anladım. Çünkü sanat için yapılabilecek birçok şey olduğunu düşünüyorum ve Artopol’le beraber bunları hayata geçirebileceğimize inanıyorum. Birlikte daha çok insana ulaşabileceğimiz, sanatla aktarmak istediğimiz duygu ve düşünceleri aktarabileceğimizi, farkındalık yaratabileceğimizi düşünüyorum.
AG: Zaten ulaşılabilirlik, Artopol için başat konulardan biridir. Bu açıdan online faaliyetlere önem veriyoruz. Siz bu faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
US: Bence çevrimiçi platformlarda da var olmak, özellikle günümüzde çok önemli bir şey. Örneğin Kuzey Amerika’daki bir sanatçının çalışmalarını takip edebiliyorum. Eskiden sadece kitaplardan, dergilerden öğrenebiliyorduk o yüzden de taze bilgiye ulaşmak zordu. Ama şimdi sanat, hiç olmadığı kadar çok insana ulaşıyor; bizler de hiç tanımadığınız birinin hayaline ortak olabiliyoruz.Online satışın da ayrı bir güzelliği var. Çok uzaklarda bir sanatçının eserine sahip olma fırsatı veriyor. Neden kendimizi kısıtlayalım ki?
Ulaşılabilirliğin sanal ortamla desteklenmesine değer veriyorum ve bence bunun başka bir boyutu daha var: Bakarak ve izleyerek öğrenmek çok önemli bir şey. İnternet aracılığıyla, online derslere ulaşabiliyor, sanatçıların internete yüklediği videolardan çok şey öğrenip, yararlanabiliyorsunuz. Örneğin ufak bir heykel çalışmam var, küçük bir at kafası. Evde de çocukların hamurlarıyla bir şeyler yapıyoruz birlikte ama heykelin matematiğini henüz çözemedim. Bu, öğrenmek isteklerimden biri ve buna dair videolardan faydalanmaya çalışıyorum.
Pandemi sürecinde ben çok daha fazla kullandım ve yararlandım internetten. Çok araştırma yaptım. Bir sürü eser, sanatçı, fotoğraf, heykel görme ve inceleme fırsatı buldum ve birçoğundan ilham aldım.
AG: Siz de pandemiyi fırsata çevirenlerdensiniz yani.
US: Evet, öyleyim. Daha çok ürettim. Sürekli evdeydim tabi. Dikkatimi dağıtan, beni meşgul eden şeyler de oldu ama dışarıda olmanın verdiği dağınıklık azaldı. Daha kolay konsantre olabildim. Özellikle de günlük işler bittikten sonraki saatlerde… Yolda oradan oraya giderken harcanan vakit bize kaldı.
AG: Sanata nasıl başladınız?
US: Küçükken piyano çalardım. Müzik dinlemeyi, şarkı söylemeyi çok severdim. Ama resim yaptığım bir faaliyet değildi. Annem evde yağlıboya resim yapardı. Onu izlerdim, yorumlar yapardım kendimce. Babamın plak koleksiyonu vardı. Hafta sonları hep birlikte onun plaklarını dinlerdik. Sanat bizim evimizde, hayatımızda aslında hep vardı. Benim resim sanatı ile tanışmam ise 15 yıllık kurumsal iş hayatımı bıraktıktan ve çocukları okul çağına getirdikten sonra oldu. Kendimi bir arayış içinde buldum. Bir şeyler üretmek, öğrenmek, yaratmak, geride bir şeyler bırakabilmek istedim. Kendimi ifade edebileceğim, kendimi iyi hissettiğim, zevk aldığım, heyecan duyduğum, başkalarıyla da paylaşabileceğim bir şey yapmak istedim. Bu arayışımda, kendimi ve değerlerimi keşfetme sürecimde sanatla uğraşmaya karar verdim. Ellerimi kullanmak istedim. Heykel yapmayı öğrenmek istiyordum. Desenle başladım, yağlıboyayı kullanmayı öğrendim. Farklı atölyelere katıldım. Yurt dışında Londra’da da bu konuda eğitim aldım. Hala bir öğrenciyim ve bazen online bazen yüz yüze öğrenmeye, kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Sanat tarihi de öğreniyorum şimdilerde. Yakında heykel derslerine de başlayacağım.
AG: Eserlerinizden biraz bahsedelim. Hepsi figüratif ve bir şeyler anlatmak istediğiniz, eserlerin hikayesi olduğu çok açık. Bir tema mı var yoksa hepsi başka başka şeyler mi anlatıyorlar.
US: Benim eserlerimin hepsi bir hikayenin parçası, hep birbirine bağlı. Ben duygular üzerinde durdum, kadının üzerinden anlattım onları. Duyguları sadece kadınlar yaşamıyor elbette, bütün insanlar yaşıyor. Yine de ben, kadın özelinde anlatmak istedim. Kadının karşı karşıya kaldığı şiddet ve baskı gerçeğinden yola çıktım. Toplumun, ailemizin, iş ve arkadaş çevremizin, geleneklerin bizlere öğrettiği ve bazen isteyerek bazen istemeden deneyimlediğimiz şeylerin kadındaki yansımalarını göstermek istedim. Hüznü de yaşıyor kadın, sevinci de, acıyı da. İstenmeden yapılan bir evliliğin içinde olmak gibi… Öfke yaşıyor, dışarıya yansıtamıyor ve içinde yaşıyor belki bazen o fırtınayı… Çünkü toplumun kadından bazı beklentileri var, ona verilmiş bir rol var ve bazen "Sen sus!” denebiliyor ona. Söylemek istedikleri var ama konuşmuyor ya da konuşamıyor, belki "Sen bunu görme, duyma!” deniyor. Ama o da bir birey ve hayatı tamamen deneyimlemek için var. Bunu sağlamak için ufkumuzun açık, düşüncelerimizin esnek ve özgür olması lazım. Kelebekler de bunu simgeliyor örneğin.
Yani psikolojiyle, duygularla birleştiriyorum eserlerimi. İnsan duygularını kendimce göstermeye, aktarmaya çalışıyorum.
AG: Bu farkındalık yaratmak isteği, resme ilk başladığınızda da aklınız olan bir fikir miydi yoksa yavaş yavaş mı gelişti?
US: Yavaş yavaş oldu. Benim figüre karşı hep ilgim vardı. Resme çiçek çalışarak başladım, ilk resmim papatyalardı hatta. Ama elim, ruhum hep portrelere kayıyordu. Tekniğimi geliştirdikçe, kendime güven geldikçe portre çalışmaları yapmaya başladım. Bir tane çiçek çizdiysem hemen peşinden figür çalıştım.
Bu temaya da, içinde yaşadığımız, her gün karşılaştığımız şeyler beni teşvik etti. İlk kişisel sergimde de kadın teması vardı. Orada da 18. ve 19. yüzyıldaki kadın figürlerini modern bir objeyle birleştirip kapitalizme gönderme yapmıştım. Obje olarak da Coca Cola kutularını seçmiştim.
Yeni çalışmalarımda ise sanatın dilini kullanarak, tablolarım aracılığıyla ve bir kadın olarak, dünyanın her yerinde kadınların karşılaştığı sorunlara dikkat çekmek istedim. Bazı kadınların düşüncelerini, duygularını, deneyimlerini aktarmak istedim. Düşünceyi tetiklemek, empati oluşturmak, iletişim kurmak, değerleri şekillendirmek ve birbirimizle bağ kurabilmeyi istedim. Tablolarım ile izleyicilerin başkalarının duygularını daha iyi anlayabileceğini düşündüm. Anlamaya çalışmaz, empati kurmazsak, susar, görür ve eyleme geçmezsek, yanlışın yanında yer almaz mıyız?
AG: Eserlerinizin fark yaratan tarafı; sevdiğiniz figürleri deformasyona uğratarak değil, malzemeyle oynayarak özgün hale getiriyor olmanız. Figürleriniz klasik biçimi koruyor ama temanız onları modern kılıyor. Malzemenin sanatınızda bu anlamda ayrı bir yeri var. Bu etkileşim nasıl başladı?
US: Ben boyutu çok seviyorum. Sanat ilk olarak heykel çalışmak için başladım ama aradığım gibi bir eğitim bulamadım. Çok da bilmiyordum nereye başvuracağımı. Gittiğim yerlerden pek memnun kalmadım. Çevremde sanat dünyasından çok insan var ve hepsi bana heykelin temelinin desen olduğunu söyledi. Ben de heykel çalışabilmek için desene başladım. Yağlıboyaya gelince takıldım kaldım. Çünkü renkler çok hoşuma gitti. Renkleri kullanarak kendimi ifade edebilmek çok hoşuma gitti. Sanatın en iyi meditasyon, en iyi farkındalık etkinliği olduğunu hep söylüyorum. Ben resim yaparken zamanı unutuyorum. Kafamdaki sorular ve sorunları değil, sadece hangi rengi nereye koyacağımı düşünüyorum. Eseri bitirdiğimde de ruh halim değişiyor. Güne kötü başlasam bile, çalışmayı bitirdiğimde kendimi çok iyi hissediyorum. İnsanların da bunu yaşamasını istiyorum. Bu yüzden verdiğim workshoplarla insanlara bunu anlatmak istiyorum. Herkes bir sanat ile uğraşmalı bence.
Yağlıboyaya böylesine bir bağ kurdum ama aklımda da hep heykel var. Belirttiğim gibi, boyut çok seviyorum. Işık-gölgeyle de resimde boyut verebiliyorsunuz ama ben başka ne yapabilirim, diye düşündüm. Malzeme eklemeye başladım önce, sonra tuvali keserek ve ondan bir şeyler çıkararak boyut yakalamaya başladım. Daha derin bir etki, daha güzel bir ifade elde edebildiğimi fark ettim.
AG: Eserlerinizin, genel temanın dışında, bağımsız hikayeleri de var mı? Varsa bir tanesini anlatabilir misiniz?
US: "Elma’nın Öyküsü”nü anlatabilirim. Her şey tam olmuyor hayatımızda. Eksiklerimiz var, beklentilerimiz farklı. İlişkilerde tamamlanmayı, "bir elma” olmayı bekliyoruz. Ama hangimizin kırmızı, hangimizin yeşil elma olduğunu ilişki ilerledikçe anlıyoruz. Farklılıklarımızı zamanla anlıyoruz. Beklentilerimizin farklılığı, verebileceklerimizin farklılığı ilişkinin biçimini belirliyor. Birbirimize bağlıyız, birbirimize ihtiyacımız var, benzerliklerimiz olduğu gibi farklılıklarımız da var. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul edebilmeyi, farklılıklarımızla birlikte yaşayabilmeyi ve onları kabul edebilmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü hiç kimse bir elmanın yarısı değil ve diğer yarımızı bulunca tam bir elma olmayacağız. Her birimiz birer elmayız ve bir birlikte varız. Erkek ve kadın toplumun kanadını oluşturuyor. İkisi de, birlikte gelişir ve eşit olursa uçabiliriz.
AG: Temalarınızda ve hikayelerinizde ilhamı nereden alıyorsunuz?
US: Rönesans ve Barok eserlerindeki kadınlar, yüz ifadeleri beni çok çekiyor. O eserlerin kopyalarını yapmaya çalışarak başladım zaten. Ama çok çeşitli sanatçıları inceliyorum, farklı sanat akımlarına bakıyorum. Heykeli de inceliyorum, resmi de takip ediyorum. Genç sanatçılardan Özüm Koşar’ı çok beğeniyorum örneğin. Onun kadının güzelliği ve estetikle ilgili yorumları beni çok etkilemişti. Sanatta kadını nasıl gördüklerine, ne anlatmak istediklerine bakıyorum. Şimdi düşünüyorum da, belki ben de kadını bu etkilerle ele almaya başladım. Bir de eşimin işi gereği evimizde psikoloji çok konuşulan bir konu. Psikolojinin sanatın bir parçası olduğuna inanıyorum ve onu sanatla harmanlıyorum. Sanat da, psikoloji de duygular ve düşüncelerle ilgili. Ben de bu duygulardan ilham alıyor ve onları aktarmaya gayret ediyorum.
AG: Böylesi bir ilişki sanatınızın bir parçası olarak kalır mı, yoksa sadece güncel yaklaşımınız mıdır? Var mı geleceği dair hedefleriniz ve yeni fikirleriniz?
US: Sanat ve psikoloji hep hayatımın bir parçası olacak sanırım. Kadın temasına bir süre daha devam edeceğimi düşünüyorum. Tuvale aktaracağım daha çok fikrim var. Tekniğimi olabildiğince geliştirmek ve farklı sanat dallarını öğrenmek istiyorum. Sanat tarihiyle ilgili kitaplar okuyorum. Örneğin heykel çalışmaya başlayacağım ama beni nereye götürecek bilemiyorum. Heykelle yağlıboyayı bir araya getirmek isterim ama bunu nasıl yaparım onu da öngöremiyorum. Biraz da yolculuk bunu belirleyecek.
AG: Sanat çok öznellikler barındıran bir alan. Bir sanatçı olarak etkilendiğiniz ve anlatmak istedikleriniz bu öznelliğin bir yönü. Bir de izleyiciler var tabi. İzleyicilerden eserlerinizi farklı yorumlayan oluyor mu? Böyle bir durumda ne hissediyorsunuz?
US: Bence bu durum biraz sanatın amacıyla da bağlantılı. İlla benim ne demek istediğimi anlamak önemli değil. İzleyici kendinde bir şey bulmalı. Bunu çok sorguladım. Sanat nasıl okunur; nasıl anlaşılmalıdır, diye çok düşündüm. Bu konularda okumalar yaptım. Sonunda anladım ki; ulaşabiliyorsam sanatçının kendisine sorabilirim, yoksa ne hissettiğime bakarım. Ulaşsam bile aynı fikirde veya duyguda olmayabiliyorsunuz. Örneğin kırmızı renk… Siz beğenebilirsiniz ama ben sevmeyebilirim. Belki benim geçmişte bu renkle ilgili çok kötü bir deneyimim var. Kişisel deneyimim o eseri beğenmemi engelleyebilir. Bu nedenle, evet çok öznel.
İzleyici benim anlatmak istediğimi yakalayamamışsa da bir endişe duymam. Herkes farklı bir şey görebilir, hissedebilir. Hatta belki benim, izleyicinin farklı yorumundan öğreneceğim bir şey vardır. Önemli olan karşı tarafta bir duygu yaratabilmek.
AG: Üretim süreciniz başlıyor?
US: Ben hep hayal ederek başlıyorum. Bir tema seçiyorum, ne üzerine çalışacağımı belirliyorum ve sürekli bu temayı düşünüyorum. Ona uygun resimlere bakıyorum. Temaya ilişkin psikolojik yazılar da okuyorum. Çünkü o kavramın özünde yatan başka bir şey varsa, onu da kavramak istiyorum. Ben nasıl ifade edebilirim, diye düşünüyorum.
Sonra ne yapmak istediğime karar veriyorum. Hatta evde tuhaf anlar da yaşandığı oluyor. "Aklıma bir fikir geldi. Ben şöyle bir şey yapacağım!” diyorum bir anda. Evdekiler de şaşırıyor.
Kararı verince eskiz aşaması başlıyor. Sağa mı baksın, sola mı baksın? Eli nasıl dursun? Bunları çalışıyorum.
AG: Tıkandığınız bir dönem oluyor mu? Bu durumlar için nasıl bir çözümünüz var?
US: Bazen bir süre dokunmuyorum. Örneğin, kafamda bir fikir olsa bile hemen başlayamadığım oluyor. Ama o belirsizliği yenmek gerekiyor. İlk çizgiyi atmak önemli. Boş tuvale bakmak korkutucu olabiliyor. Aklımdakileri aktarabilecek miyim, diye düşünüyorum. Ama bu ilk çizgiyi atana kadar. Sonrasında devamı geliyor. Yolculuk sırasında değiştirdiğim şeyler de oluyor tabi. Önemli olan, o kararlılıkla tuval önünde durmak. Zaten, sanat insana karar vermeyi ve kararlarıyla yaşamayı öğreten en renkli yolculuklardan biri.
AG: Hem fikir hem de teknik olarak kendinizi besliyorsunuz ama çok mütevazi bir tavrınız var. Kendinizi ve çalışmalarınızı nasıl yorumluyorsunuz?
US: Ben kendimi sanatçı olarak tanımlamıyorum. Hala öğrenme aşamasındayım. Öğrenip, deneyimleyecek çok şey var. Sanat yolcusuyum, diyorum. Sanatseverim, diyorum.
AG: Bir hedefiniz var mı peki? "Şunu yaparsam ben sanatçı olmuş olurum.” diyor musunuz?
US: "Tamam artık, istediğim yere geldim.” diyebilir miyiz bilmiyorum. Öğrenmenin sonu yok. Her gün yeni bir şey öğreniyorsunuz, her zaman kendinizi geliştirebileceğiniz yeni bir şey ile karşılaşabiliyorsunuz. Koyduğunuz bir hedefe ulaştığınızda yeni bir hedef belirliyorsunuz kendinize. Bu bizi yaşama bağlıyor aslında. Sanırım sonu olmayan bir yolculuk bu hatta iyi ki öyle çünkü hedefimizin olmaması bizi köreltir, nedenini anlayamadığımız bir çökkünlük hissettirebilir bize.
AG: Sanatı nasıl tanımlıyorsunuz?
US: Sanat bir ifade biçimidir. Bizi kimi zaman düşünmeye iten, kimiz zaman duygu dünyamızı coşturan bir şey. Sanatı hayat gibi görüyorum. Çok geniş, uçsuz bucaksız bir alan. Sanatın doğru tanımını bulmanın zor olduğunu düşünüyorum. Ben de, bu yüzden, sanatın ne olduğunu düşündüğümde hep sorularla cevap veriyorum. Sanat bir ihtiyaç mıdır? Sanat bir terapi, bir meditasyon mudur? Sanat miras mıdır? Sanat bir dil midir? Beynimizi aktive eden bir uyaran mı, bir eğlence mi? Duygu ve düşüncelerimizi fark etmemize yardımcı olan bir araç mı? İnsan var olduğu sürece sanat olacak, çünkü sanat hayatın bir parçası.
AG: Günümüz sanat piyasası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce doğru adımlar atılıyor mu ya da doğru adımlar nedir?
US: Ben bu piyasanın yeni bir üyesiyim. Hatta üyesi olmaya çalışıyorum kendimce. Ama çok ticari bir yöne eğildiğini okuyorum. Bence önemli olan sanatın ve sanatçının daha çok desteklenmesi. Galerilere, sanatseverlere, kurumlara bu anlamda çok iş düşüyor. Sadece kar amaçlı olmaması gerekir. Çünkü sanat bizleri geleceğe taşıyan şeydir bunu unutmamalıyız. Yeni sanatçılara fırsat verilmesi gerekir. Gençlerin elinden tutmak gerekir. Birbirimize yardım etmezsek, hiç birimiz ileriye gidemiyoruz. Bir söz vardır "Her zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür”. Ve sanatın olmadığı toplumlar zarafetten yoksun, bencil, takdir etmeyi beceremeyen, duyarsız, hoşgörü, empati ve hayal gücü sınırlı insanlar yaratıyor. Bu nedenle daha esnek, kapsayıcı ve farklılıklara açık olmak gerekiyor.
Örneğin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Artopol’e bir fikirle geldiğimde bu fikrin hoş karşılanması beni çok mutlu etti. Beraber güzel şeyler yapacağımıza inanıyorum. Hepimiz birbirimize el uzatmalı ve fırsat vermeliyiz.
AG: Umut Hanım çok teşekkür ederim güzel sohbetiniz için.
US: Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Zeynep Dikmen