Sanatçı Röportajları: Yunus Çermik
Artopol Galeri: Neden Artopol?
Yunus Çermik: Yeni fikirlere açık, dinamik bir galeri. Bu yüzden çalışmayı tercih ettiğim bir yer. Zaten komşuyuz da… Güzel, dostane ilişkiler kurabildiğim bir yer.
AG: Sanatta ulaşılabilirlik hakkında ne düşünüyorsun?
YÇ: Aslında ben bu konuyu kafamda tam oturtabilmiş değilim. Sanatta ulaşılabilirlikten ne anlamak gerekiyor? Daha önce satış mı zordu, esere ulaşmak mı zordu da online bunu kolaylaştırdı? Yoksa küçük boyutlarda, daha uygun fiyatlarda eserler olması mı demek? Ya da, sanal ortamda her şeyin daha fazla görülmesi mi? Ulaşılabilirlik denince hangisinin kastedildiğini anlamaya çalışıyorum öncelikle. Ama söz konusu bir sanat eseri olduğunda hiçbir zaman, eseri birebir görmenin verdiği heyecanın online ortamda yakalanamayacağını düşünüyorum. Yine de sanatçılara ve galerilere sosyal medyadan ya da telefonla ulaşma arttı ve iletişim kurabilmek adına bunlar önemli.
AG: Ulaşılabilirliğin bir kısmı da senin tanınırlığının artması. Sosyal medya üzerinden özellikle sanatçıyı yakından takip edebilme imkanı veriyor koleksiyonere. Bu açıdan sana yansıyan bir faydası oldu mu?
YÇ: Mutlaka olmuştur. Hep bir biriyle etkileşim halinde oluyor insanlar. Galeri sayfasında beni görebiliyor ya da benim sayfamdan başka birini görebiliyor. Böyle özgürlük veren bir tarafı var. Yani geri dönüşler oluyor, bir hareketlilik sağlıyor online ortam.
AG: Teknolojiyle sanatın arasında başka açılardan bir bağ var mı?
YÇ: Eğer söz konusu malzemeyse, ben her zaman daha geleneksel yaklaşırım sanata. Kağıt ve tuval benim için daha heyecan vericidir. Bilgisayar programları yerine kağıt alıp kesip, biçip bir şeyler yapmak bana daha çok keyif veriyor. Dijital olana hep daha uzak oldum.
AG: Çağı kaçırdığını hissettiğin oluyor mu?
YÇ: Olmuyor, çünkü benim disiplinim bu. Resim yapmak başka bir şey ve iki boyutu algılamanın problemi hiçbir zaman bitmeyecek. O yüzden resim yapmak da her zaman devam edecek. Sona ermeyeceği için ressam da her zaman işini yapmaya devam edecek. Örneğin sinema çıktığında tiyatro etkisini kaybeder mi, mi düşünülmüştü ama tiyatro hala çok kıymetli. Resim de öyle, hiçbir zaman değerini yitirmeyecek.
Şimdiki sanat ortamı daha özgür belki ama daha da zor aynı zamanda. "Yeni ne yapabiliriz?” kaygısı var. "Ben” sorusunun cevabının ararken bir üretimin peşine düşünüyor insan. Yeni bir dil kurmaya çalışmak… Bütün meselemiz bu. Beş yüz yıldır tuval yapılıyor ve hala da yapılabilir.
AG: Eserlerinin hikayesini dinleyebilir miyiz?
YÇ: Birçok hikaye var aslında. Bazılarına daha fazla yoğunlaştığım oluyor tabii ama hiçbir zaman tek bir konu üzerinde ilerlemedim. Her zaman başka bir şeyle karşılaşıyorum ve beni yeni şeyler yapmaya itiyor. Bazen bir kitabın bir cümlesi bazen bir film beni etkiliyor. Ona göre hareketleniyorum. Böylece birbirinden bağımsız ilerliyor konular. Ama tek bir konu üzerine uzun uzun düşünüp, onunla şekillenen birden fazla eser de çıkıyor bazen. Belki bir gün tek bir tanesine odaklanıp ilerleyebilirim ama şimdilik, genel olarak, hepsi farklı farklı konulardan oluşuyor.
AG: İlhamın bunlara dayanıyor yani. Filmler, metinler…
YÇ: Başka şeyler de oluyor. Doğa da var. Yürüyüş yaparken guaj boyayla yine, sketchler yapıyorum. Bir sanatçıdan ilham aldığım da oluyor. Bir serimin referansı Masaccio’ydu örneğin. Sanat tarihiyle de paslaşma oluyor. Duruşlar nasıl değişmiş dönemden döneme, buna bakıyorum ve bir şeyler öğreniyorum.
AG: Geleneksel bir tarzın var ama malzemede bunun dışına çıktığını görüyoruz: delikli karton. Bu malzemeyle çalışman nasıl başladı?
YÇ: Sanırım 2011, 2012’iydi. Kartona çizdiğim birkaç desenle başladı. Bazı kartonların kenarları yırtıktı ve ben bu bana fikir verdi. Böylece kartonların üzerine çalışmaya başladım. Okul döneminde, kendi kendime çalıştığım resimlerdi. Biraz olgunlaşmasını bekledim bu fikrin ve devamı geldi. Bitirme sergimi de kartonlarla yaptım. Desenleri ilerletirken farklı farklı boyalar denedim. En sonunda akrilik denedim. Aslında en az kullandığım boyaydı. Sonra renkleri denedim. Çok renkli çalışmayı pek etkili bulmadım. Bazı kahve tonlarını yapmaya başladım. Zamanla grilere ulaştım, içime daha çok sindi ve öyle devam ettim. Son iki senedir de karton üzerine monokrom çalışıyorum. Renk yine devam ediyor hayatımda ama monokrom kopamadığım bir şey oldu. Bir süre daha devam edeceğim.
AG: Monokrom çalıştığında kendini daha iyi mi ifade ediyorsun?
YÇ: Ben desen çizmeyi çok seviyorum. Belki o hissi verdiği içindir; koyuyu ve açığı yan yana görebildiğim içindir. Belki de bir konfor alanı yarattı, tehlikeli de olabilir. Bilmiyorum.
AG: Okul yıllarına dayanıyor karton kullanman. O zamandan beri kendini bilerek devam etmişsin.
YÇ: Okuldayken de öğrenci gibi değil ressam gibi düşünmeye çalışıyordum. O yüzden de okulla aram pek iyi olmadı zaten. Ama üniversitenin ilk yıllarından beri üzerinde çalıştığım bir şeydi. Yine de kendimi buldum diyemem ama yöntemimi buldum.
AG: Çalışma süresin nasıl başlıyor?
YÇ: Bazen sıfırdan başlarım ama çok nadir oluyor bu. Karşılaştığım herhangi bir imgeyi gözümde canlandırıp başlayabiliyorum. Ama çok zaman deftere karalıyorum, hızlıca bir not alıyorum yani. O orada kalıyor. Daha sonra açıp onları tekrar okuyorum ve aralarından seçiyorum. Öyle başlıyorum yani.
AG: Üretim sürecinde tıkandığın oluyor mu?
YÇ: Oluyor. Zorlayınca daha kötü oluyor ve bu da insanın şevkini kırıyor. Durmak gerekiyor. Bu durumlarda yöntem değiştiriyorum. Karton üzerine çalışmak istemediğimde tuval ve yağlıboya ile çalışıyorum. Bazen guaj boya ile hızlı sketchler yapıyorum.
AG: Gelecek planların neler?
YÇ: Bir şey düşünmüyorum. Varmak istediğim bir nokta var ama dönüp dolaşıp resimlere geliyor. Ben resim yapmaya devam ettiğim sürece de onlar yolunu bulacak. Varışı çok düşünmüyorum, yolculuk daha keyifli.
AG: Ne zaman "Ben sanatçı oldum!” dedin?
YÇ: Hiç demedim, şimdi de demiyorum. Kendimi tanıtacağım zaman da resim yapıyorum, diyorum. Zaten bir şeylerin yüceltilmesini çok anlamlı bulunmuyorum. O yüzden ben de çok anlam yüklemiyorum. Bana göre yüce olan doğanın kendisi. Biz de onun bir parçası olarak bir şeyler üretiyoruz. "Ben varım!” diyoruz sadece.
AG: Sanatı nasıl tanımlarsın peki?
YÇ: Ben doğanın kendisini sanat olarak görüyorum. Bir anlamda onu dönüştürme çabası derdim. Renk de tabiatta gördüğümüz bir şey, herhangi bir imge de öyle. Belki de doğaya ulaşmaya çalışmaktır sanat ya da arzuladığımız bir şeyi doyurmaya çalışıyoruz. Doğayla bir bağ kurma çabası sanırım.
AG: Sanatçıyla koleksiyoner arasında da bir bağ var. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
YÇ: İzleyici bir anlamda, herhangi etkilendiği bir şeye sahip olmak istiyor. Eseri merak ediyor, ona bir anlam yüklüyor ya da sanatçının duyduğu anlamdan heyecan duyuyor. Yani koleksiyonerle sanatçı arasında böyle bir bağ var. Çok ucu açık bir bağdır bu.
AG: Eserlerini kimin aldığını önemser misin? Bu bağın özünü önemser misin?
YÇ: Önemserim tabii. Benim burada ürettiğim bir eseri beğenip alıyor ve örneğin evinde onunla yaşıyor. Ben onun yaşam alanına girmiş oluyorum yani. Bir paylaşım oluşuyor. Bu yüzden kimin aldığı önemli ve tanımak isterim koleksiyoneri.
AG: İzleyici ya da koleksiyoner, eserlerinden bambaşka anlamlar çıkarsa ne hissedersin? Bu hoşuna gider mi yoksa rahatsız mı olursun? Ne anlattığın kesin olarak bilinsin ister misin?
YÇ: Bilinebilir veya bilinmeyebilir. Çok takılmıyorum buna. Yeni yorum hoşuma giderse onun üzerine de düşünebilirim. Bu bir alış veriştir, yeni bir fikir yaratabilir. Hoşuma gitmezse rahatsız olacağımı sanmıyorum. En fazla, aslında ne olduğunu anlatırdım.
AG: Çok teşekkür ederim güzel sohbet için.
YÇ: Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Zeynep Dikmen