Tracey Traci İken: Emin`in Görülmemiş Erken Dönem Resimleri İlk Kez Yayınlandı
(Early Promise - Emin, Royal College of Art’ta)
Tracey Emin'den önce Traci Emin vardı. Traci Emin, kavramsal sanatın yıldızı olacak bu genç kadının, 1986'da siyah-beyaz bir gravüre attığı imzasıydı ve Maidstone College of Art'ta, baskı resim üzerine birincilik kazandığı mezuniyet sergisindeki baskının üzerindeydi. Bir yıl önce, stüdyo arşivini incelerken de gözüme takıldı.
Ruhun karanlık bir gecesinde, birbirine sarılan iki çaresiz sevgiliyi gösteren gravür, Emin’in daha önce keşfedilmemiş hazinesinde unutulmuş bir parça olarak, birçok kişinin tanıdığını düşündüğü sanatçının farklı yönünü açığa çıkarıyordu. Hatta Emin bile, çoğunun kaybolduğunu ve sadece slaytlar halinde var olduğunu, orijinallerininse eski bir erkek arkadaşı tarafından yok edildiğini düşünüyordu.
Tanınmadan ve birçok insanın gözünde adı kötüye çıkmadan önceki samimi ve yetenekli sanatçı Emin’i gösteriyorlardı. Bu öğrenci çalışmalarını gördüğümde, herkesin o yoğun genç ruhla tanışabilmeleri için yayımlanmasını istedim. Onları, sanatı hakkında yeni bir kitaba eklememe izin verdiği zamansa çok heyecanlandım.
Dark night of the soul … Jaw Wrestling, 1986
90'larda Emin, zanaattan nefret eden ve Marcel Duchamp’ın hazır-nesne (ready-made) fikrine saygı duyan bir kuşağın sarhoş sözcüsüydü. 1999 Turner ödülündeki; kullanılmış prezervatiflerle, sigara izmaritleriyle ve içki şişeleriyle dolu kaotik "yatağının” sergilenmesi, birçok insanın gözünde son zamanların en agresif hazır-nesnesiydi.
Ama Emin'in bir sırrı vardı: o, Duchamp'ın tam bir takipçisi değildi. Şimdilerde onu, yeteneksizliğini gizlemek için kavramsal sanatı icat eden kötü bir ressam olarak görüyor ve bu görüşünü hayata geçiriyor. Son birkaç yıldır Emin, elde edilebilir biri gibi resimler yapıyor. Birçoğunu da ağustos böceklerinin cıvıltısı dışında kendisini rahatsız edecek çok az şeyin olduğu küçük bir vadide, mütevazı bir stüdyoda, muhteşem bir izolasyon içinde çalışabildiği Provence'deki dağ arazisinde yapıyor.
Birkaç yıl önce onu orada ziyaret ettiğimde, zeytin ağaçlarının altındaki kavrulmuş yaz sonu çimenlerine üzerine son tuvallerinden bazılarını çıkardı. Adeta vuruldum. Tuvali boyamadaki özgürlük, renklerinde korumayı başardığı gerçek hayatın ham şiddeti, her ikisi de harikaydı. Beni şaşırtan; buraya nasıl geldiği, kavramsal çalışmalarıyla adını duyuran bir sanatçının nasıl heyecan verici bir ressama dönüştüğüydü.
Ve şimdi, Londra stüdyosundaki o yağmurlu günde cevap tam da oradaydı: Kreatif menajeri Harry Weller, erken dönem çalışmalarını arka arkaya ortaya çıkardı; yatak odalarında yalnız kadınlar, çarmıhtaki İsa, yelkenli gemilerle dolu bir liman, esrarengiz bir aşk üçgeni, sahilde şarap paylaşan arkadaşlar… Şiddetli monokrom ve keskin renkli çalışmalarında, Emin'in her zaman bir ressam ve bir baskı sanatçısı olduğunu gördüm. Şimdi beyaz bir bezin veya tuvalin önünde durduğu yer bir zamanlar, başladığı yerdir. Şu anda yaptığı gibi o zaman da, tuvalleri evcilleşmemiş yaşamla dolduruyordu.
A personal Turkish odyssey … Istanbul 1988
O zamanlarki erkek arkadaşı sanatçı Billy Childish, güçlü erken dönem gravürlerinden birinde, neredeyse Frankenstein benzeri bir karakter olarak görünüyor: büyük, vahşi ve hiper erkeksi. Adı; "Billy, Sarhoş, Elinde Bir İçki ile Öğreniyor” ve onu duvarda bir çapanın olduğu, denizci temalı yarı ahşap bir barın etrafında sallanırken gösteriyor. Bu, Emin’in deniz kenarındaki dışavurumcu aşaması olarak nitelendirilebilecek şeyin harika bir örneğidir.
Benzer şekilde kaba kenarlı bir dizi gravürde, memleketi Margate ve deniz kenarındaki Kent’in manzarasının romantik bir imgesini yaratıyor: fakat balıkçı tekneleri ve meyhaneler arasında sürüklenen daha umutsuz aşıklarla. İçerik yerel olabilir, ancak Ludwig Kirchner, Käthe Kollwitz ve Oskar Kokoschka gibi dışavurumcuların tarzını kendi hayatının mitine çevirdiği için ilhamının kökeni Alman. Childish ile fırtınalı ilişkisi bu işlere musallat olur. Bunlardan bir tanesi de, mezuniyet sergisindeki ve "Garip Şiirsel Bir Yüzüğü Olan Jaw Wrestling” olarak adlandırılan gravürü.
Emin, 13 yaşında okula gitmeyi bıraktı ve gençlik yıllarını Margate’in daha güvenilmez yerlerinde geçirdi. Bütün bunlar, "Why I Never Be a Dancer” gibi hikaye anlatan çalışmalarında da kayde geçti. Ama hikayesinin başka bir yanı daha vardı: doğuştan sanatsal bir yeteneği... Okula nadir ziyaretlerinden birinde yaptığı ve Noel zamanı Napoli'de görebileceğiniz, boyalı pişmiş topraktan yapılmış bir parça kadar güzelce işlenmiş bir meyve tezgahının kil modeli ki, Emin bu modeli hala saklıyor.
Untitles (Two Women in A Room) – 1987 civarı
Emin'in neden baskı resim okumak için Maidstone'a girdiği çok açık ve gravürleri, ona neden birincilik verildiğini de gösteriyor. Emin, sadece teknikte uzmanlaşmakla kalmadı, aynı zamanda onu; acıdan yontulmuş maske benzeri yüzleri olan insanlarla dolu, aşk ve yalnızlığın uç bir draması olan hayatın gerçek görüntüsünü aktarmak için de kullandı. Sonrasında, 1987'de, Londra'daki Royal College of Art'ta prestijli resim kursuna katıldı.
Emin, RCA'dayken, kadın olduğunu düşündüğü, soyut dışavurumcu ressam Cy Twombly ile ilgilendiğini söylüyor. Ama, kendi hayatı onu fazlasıyla yönlendirdiğinden, henüz soyutlamaya yeltenmiyor. Babası bir Kıbrıs Türk’ü olan Emin, 80'li yılların ortalarında Türkiye'yi tek başına keşfe çıkıyor. Güzel bir suluboya serisi, bu miras arayışını kaydeder ve bu da bir balıkçıyla yaşadığı aşkla sonuçlanıyor.
Yeni bir baskının köşesinden akan parlak renkleriyle bu çalışmalarda, bir macera duygusu yankılanıyor. İstanbul ilk bakışta büyüleyici bir şehir manzarası, neredeyse turistik bir manzara gibi, ama daha yakından bakıldığında şehrin içi, yatakta bir kadın ve eski moda bir mutfak görülüyor. Diğer sahneler, antika odun sobası bulunan odalarda geleneksel giyimli kadınlara ev sahipliği yapıyor. Mekanların içi, dışları kadar davetkar bir şekilde keşfediliyor.
Disposition of Christ, 1990
Diğer eserler, açık havada İngiliz yazar Lawrence tarzı bir yoğunlukla sevişen bir erkek ve kadını yüceltiyor. Karmaşık ve duygusal bir pembe dizinin, yasadışı aşk ve rekabetten oluşan anlatısı ortaya çıkıyor. Bu, döküntülerle dolu yataktan son resimlerine kadar Emin’in sanatının içinden geçen terkedilmenin başlangıcını oluşturuyor.
Doğrusu, Emin resim yapmayı hiç bırakmadı. Bu erken dönem çalışmalarında çok belirgin olan çizim ve boyama tutkusu, onun hiçbir zaman, tamamen kavramsal bir sanatçı olamayacağı anlamına geliyordu. En ilgi çekici baskılarından bazıları, lunaparkların ve mezarlıkların sert bir şekilde çizilmiş görüntülerinden oluşuyor ve bunların hepsi "Genç İngiliz Sanatçı” yıllarından kalma baskıları. Kuşları çizmeye başladığında, insanların onun ironik bir noktaya değindiğini düşündüklerini hatırlıyor. "Ama değildim. Ben sadece kuşları çiziyordum." diyor.
Aslında Emin, yatağının "resim" olduğunu iddia ediyor. Birkaç yıl önce onu Tate Liverpool'da yatağı yerleştirmesini izlediğimde, çürüyen prezervatifleri sanki tuvale son dokunuşlarını yapıyormuş gibi koyuyordu gerçekten. Hatta bir aksiyon ressamı gibi, kırışıkları hafifçe düzeltiyor. Emin’in gerçek sanatsal evrimi ready-made'den resme değil, dışavurumculuktan soyut dışavurumculuğadır. Bundan sonrasında da, ne boyadığını görmek için sabırsızlanıyorum.
Yazan: Jonathan Jones
Çeviri: Zeynep Dikmen
Kaynak: https://www.theguardian.com/artanddesign/2020/nov/23/tracey-emin-unseen-paintings-bed-margate-first-time