Renkler, insanlık tarihinin en eski yaratıcı araçlarından biri. Yaklaşık 40.000 yıl önce icat edilen pigmentler, o günden bu yana sanatın, kültürün ve psikolojinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Antik Mısır’da sanatçılar beyaz, siyah, mavi, kırmızı, sarı ve yeşilden oluşan altı renkli bir palet kullanıyordu. Orta Çağ’da ise mavi, nadirliği ve pahalı oluşu nedeniyle büyük bir değer taşıyordu. Günümüzde ise renk psikolojisi başlı başına bir araştırma alanı.
Tıpkı çizgi, boşluk, form ve doku gibi, renk de bir sanat eserinin temel görsel öğelerinden biri. Bu yüzden sanatçılar ve düşünürler, yüzyıllardır rengin anlamı ve değeri üzerine kafa yoruyor. Peki, renk kuramı nasıl doğdu ve zamanla nasıl evrildi?
Renk Kuramının Doğuşu
Uzun yıllar boyunca, gördüğümüz tüm renklerin üç ana renkten – kırmızı, mavi ve sarı – türetilebileceğine inanılıyordu. Bu temel varsayım, renk kuramının da temelini oluşturdu. Renk çemberi fikrini ilk ortaya atan kişi ise ünlü bilim insanı Isaac Newton’dı. Newton’un renk çemberi, ana renklerin yanı sıra 3 ya da 4 ikincil rengi de içeriyordu.
Ancak renk üzerine ilk psikolojik kuramı geliştiren kişi, Alman şair Johann Wolfgang von Goethe oldu. Goethe’ye göre renkler, ışık ve gölgenin birleşiminden oluşur. Ona göre “sarı, karanlıkla bastırılmış ışıktır; mavi ise ışıkla zayıflatılmış karanlık.” Newton’un fiziksel yaklaşımının aksine, Goethe’nin kuramı gözün renk deneyimine dayanıyordu.
Goethe’nin bu yaklaşımı, dönemin ressamlarını derinden etkiledi. O zamana kadar resmin tüm klasik görsel öğeleri için kurallar belirlenmişti; ancak renk hâlâ gizemini koruyordu. Ressam Vassily Kandinsky, Goethe’nin “Renk Kuramı” adlı eserini “alanındaki en önemli çalışmalardan biri” olarak nitelendirmiştir. Ancak ondan önce, renk konusunda devrim yaratanlar Empresyonistlerdi.
Empresyonistlerin Renk Devrimi
Empresyonistler, rengin kullanımını ve algılanışını kökten değiştirdiler. Özellikle, bir nesnenin gölgesini oluşturmak için rengini koyulaştırma fikrine karşı çıktılar. Onlara göre en iyi gölge, nesnenin tamamlayıcı renkleriyle oluşturulurdu. Bu teorilerini test etmek için aynı manzarayı günün farklı saatlerinde resmettiler.
Claude Monet, Edgar Degas ve diğer Empresyonistler, kompozisyondan çok ışık ve renge odaklanarak sanatın sınırlarını genişlettiler. Daha parlak renkler ve daha önce hiç denenmemiş kombinasyonlarla yeni bir görsel dil yarattılar.
Duyguların Rengi: Ekspresyonizm
Ekspresyonistler, sanatın duyguları ifade etme gücüne derinden inanıyorlardı. Bu nedenle rengin insan üzerindeki etkilerini araştırdılar. Kandinsky’nin öncülüğündeki Mavi Süvari (Der Blaue Reiter) grubu, renk üzerine derin analizler yaptı. Kandinsky, “Sanatta Ruhsallık Üzerine” (1911) adlı eserinde sanatın gerçek misyonunun ruhsal olduğunu savundu.
Kandinsky, 10 rengi duygular ve seslerle eşleştiren bir renk tablosu oluşturdu. Ona göre mavi ve sarı, siyah ve beyaz gibi zıt renklerdi. “Derin mavi, insanı sonsuzluğa çeker; onda saflık arzusu ve doğaüstü olana susamışlık uyandırır.” Abstraksiyon arayışında yarattığı eserler, adeta melodiler gibi ruhu besler.
Yves Klein ve Süprematizm
Renk kuramının ilerleyen dönemlerinde, maviye tutkuyla bağlı bir başka sanatçı sahneye çıktı: Yves Klein. Sanat tarihine “International Yves Klein Blue” (IKB) adını verdiği yeni bir mavi tonu kazandırdı. Klein’in etkisiyle Süprematizm akımı, resim ve heykeli en sade formlarına indirgedi. Bu yaklaşım, yalnızca fiziksel unsurların izleyiciye sunulmasını sağladı.
Klein’a göre bu sadelik, görünmeyen gerçekliğin ortaya çıkmasına olanak tanıyordu. Böylece hayal gücünün tüm gücü, tek renkli boşluğun içinden doğuyordu. Bu anlayışın öncüsü olarak ise Kazimir Malevich’in “Beyaz Üzerine Beyaz” (1918) adlı eseri kabul edilir.
Rengin Sonsuzluğu
Bugün bile renk, sanatçılar için gizemini koruyor. Rengin değeri, kullanımı ve sanattaki rolü hâlâ tartışma konusu. İnsan gözü, yaklaşık 10 milyon farklı rengi algılayabiliyor. Bu da gösteriyor ki, renk üzerine sorular henüz yanıtlanmış değil.
Sanat tarihinin her döneminde renk, sadece bir araç değil; aynı zamanda bir ifade biçimi, bir duygu dili ve bir düşünce aracı oldu. Belki de bu yüzden, renklerin hikâyesi hiçbir zaman sona ermeyecek…
Kaynak; Artsper magazine, Art History 2016, Color theory in art, Dominic Witek